25 Mayıs 2011 Çarşamba

Agos Gazetesi'nin Qijika Reş Dergisiyle Yaptığı Röportaj - 25 Mayıs 2011



Van'da Esen Anarşist Rüzgar

  • Derginizin 1250 adet basıldığını ve tamamının satıldığını duyduk. Daha çok hangi kesimlerden okuyucunuz var. Belli bir okur profiliniz olduğunu söylemek mümkün mü?
Dergimizin çok kemik bir okuyucu profili olduğunu söylemek zor. Türkiye’de kendini anarşist, anti-otoriter, anti-militarist, feminist ve komünist olarak tanımlayan insanlar okuduğu gibi, Kürdistan’da Kürt siyasal hareketine angaje insanlar tarafından da kayda değer bir ilgi görmekte. Ayrıca Türkiye ve Kürdistan’daki üniversitelerde okuyan lisans, yüksek lisans ve doktora yapan öğrencilerden de dergiye yönelik özel bir ilgi ve sahiplenme olduğunu söyleyebiliriz. Derginin dağıtım işlerine gönüllü destek verme, dergiye belli konularda yazma, eleştirileriyle farkındalıklar sağlama anlamında her bölgeden ve kentten sesimize ses veren insanlarla tanışmaya devam ediyoruz. Derginin politik yönelimi, tavizsiz çizgisi ve en önemlisi Kürdistan’da çıkıyor olması çok büyük bir heyecan ve beklenti yaratmış durumda. Bu bizi hem motive eden hem de sorumluluğumuzu arttıran bir sonuç oldu. Destek veren, katkı sunan insanlarla çoğalmaya ve zenginleşmeye devam ediyoruz.


  • Son zamanlarda Kemalizmin karşısına bir tür Kürt Kemalizmin çıktığı yolunda iddia ve eleştiriler var. Kemalizmin temel simgesi Atatürk, Kürt Kemalizmininki ise Öcalan deniyor. Buna katılıyor musunuz?
Kürt siyasal hareketinin, Kemalizmin otoriter modernleşme projesini belli oranda taklit ettiğini ve bu otoriter siyasal tasavvurun etkisinde kaldığını söylemek mümkün. Kürt siyasal hareketi, Kürdistan coğrafyasında modernleşme sürecinin kilit aktörü olarak geleneksel tahakküm ilişkilerinin çözülmesini hızlandırdığı gibi, farklı siyasal öznelerin ortaya çıkmasının da yolunu açtı. Ağa, şeyh, devlet ve erkeğin Kürdistan’daki iktidar sahalarını sarsması, bireyin özgürleşme potansiyellerini elbette arttırdı. Ancak cinsel, sınıfsal, kültürel bütün farkların ulus denilen “hayali cemaat”in potasında eritilme çabası modernize edilmiş erk ilişkilerinin ikame edilmesiyle sonuçlandı maalesef. Kürt siyasal hareketi kısaca “Ey köleler sizi ben uyandırdım bu uyandırmanın karşılığında ömrünüz boyunca artık bana itaat edeceksiniz” demeye getirmektedir. Abdullah Öcalan’ın liderlik kültü, bölgedeki her siyasal söylemi icazetli, her politik iradeyi güdümlü, her özgürlükçü iddiayı şaibeli kılmaktadır. Öcalan’ı, Öcalan’a rağmen peygamber ilan edenler, havari rolünü kapmanın telaşıyla çırpınmaktadırlar. İlan ettikleri peygamberin söylediklerini dinlemeyip sadece gölgesine iman eden bu havariler, siyasi köşe başlarını tutma ve kitlelerin yaktığı geçici ateşlerde görünmeyen varlıklarını parıldatma peşindeler. Son bir şey demek gerekirse, nasıl Karl Marx yaşamı boyunca bir “Marksist” olmadıysa, Öcalan da kendini takip edenler gibi hayatı boyunca bir “Apoist” olmadı ve yaşamadı da.


  • Sezin Öney’in köşesinden anladığımız kadarıyla PKK sempatizanı çevrelerden tepki alıyorsunuz. Bu tepkilerin ideolojik-politik boyutu nedir? Sizi ne tür argümanlarla eleştiriyorlar? Bir de diğer örgütlü Kürt siyasetlerinden farklı bir tavır gördüğünüzü söylemek mümkün mü? Örneğin KADEP, HAKPAR ya da KDP sempatizanı çevrelerin size bakış açısı PKK sempatizanlarından daha mı farklı?
Aslında Kürt politik çevrelerinden şu veya bu kesimlerden toptan bir tepki veya toptan bir sevgi görmemiz mümkün değil. Her iktidar kendisine itaat etmeyen fikirleri, hareketleri, bireyleri dışlar. Kim iktidar kurmak istiyorsa ondan tepki gelecektir. Genel olarak aldığımız tepkiler herhangi bir iktidar veya siyasal çevre ile organik bağımızın olmamasından kaynaklanmaktadır. ‘Bizden değiller’ argümanı kolayca bir dışlama pratiğine dönüşebiliyor. Politik çizgisine su taşımadığımız her yapı kendi ideolojik gerekçeleriyle tavır gösterip, tepki verebiliyor. Bize yönelik eleştirilerinde elle tutulur bir argüman yok desek yeridir. Dergimizi okumadan sansüre tabi tutmaları, hatta matbaadan çıkmadan birçok kuruma “dergiyi kuruma almayın, oralarda satışına izin vermeyin” şeklinde talimatlar yağdırılmış olması çok düşündürücü. Bütün mesele, tamamen başsız ve hiçbir tahakkümü, emir komuta hiyerarşisini esas almamamızdan kaynaklanmaktadır. Bize gösterilen tahammülsüzlüğün yıllardır Kürt hareketini en keskin şekilde eleştiren sol grup ve aydınlara gösterilmemesi de çok manidar. Biz eleştiri hakkımızı kullanırken, ‘sezarın hakkı sezara’ realitesini elden bırakmadan yol almayı bilen bir dergiyiz. Kürt hareketini eleştirirken, her türlü kazanıma burun kıvıran salt PKK eleştirisi üzerinden varolmaya çalışan bir anlayışta olmadık. Dergimiz kolektifini oluşturan arkadaşların birçoğu bu hareketin çeşitli kademelerinde yer aldıktan sonra anarşist okumalara ve örgütlenmelere yönelmiş deyim yerindeyse kabuğunu beğenmeyen civciv olmayı seçmiştir. Söz konusu tavır ve sansür mantığı legal alandaki havariler tarafından yürütülürken, örgütün merkezi aktörleri ve cezaevlerindeki kadrolar yer yer dergiyi sahiplenici yaklaşımlar da gösterebilmektedir. Söz konusu diğer Kürt parti ya da organizasyonlarının milliyetçi, dar aile ilişkilerine dayanan popülist politikaları gençlik nezdinde bütün cazibesini yitirmiş durumda. Bu çevrelerin dergiye ilgileri daha zayıftır diyebiliriz. Bu çevrelerden herhangi bir destek ya da bir tepki almış değiliz. Biz hiçbir hareketten sahiplenme ya da destek olmaları talebinde de bulunmuyoruz zaten. Ancak şunu belirtmekte yarar var, Qijika Reş’e karşı durdukları noktaların tamamı, her geçen gün daha fazla kan kaybetmelerinin de gerekçeleri olacaktır.


  • Derginizin Kürt basınında alışkın olduğumuz gibi Diyarbakır’da değil de Van’da çıkmasının özel bir anlamı var mı? Yoksa dergiyi çıkaranların çoğunluğunun Van’da ikamet ediyor olması gibi bir tesadüfün sonucu mu?
Dergiyi ilk çıkaran çekirdek kadro Van’da ikamet eden arkadaşlardan oluşmaktaydı. Fakat zamanla dergi kolektifine Diyarbakır ve İstanbul’da yaşayan başka arkadaşlar da dahil oldu. Diyarbakır bölge siyasetinde politize olmuş insanların yoğun olarak yaşadığı, siyasal ve entelektüel mirasın güçlü olduğu bir kent. Ancak Van gerek Kozmopolitik yapısıyla gerek doksanlar süreci boyunca öğrenci aktivizminin önemli bir adresi olması itibariyle dergi yayıncılığının gelişkin olduğu bir kent oldu. Qijika Reş Dergisi doksanlarda esen politik ve entelektüel rüzgarlardan nasibini iyi almış insanların bir politik çıktısıdır. Bu çıktı bölgedeki bütün siyasal cereyanların, kaybolmayan umutların ve direnen düşlerin imzasını taşımaktadır. 


  • Kürtlerin yakın tarihini Ermenilerden ve tabii 1915’ten ayrı düşünmek pek mümkün değil. Sizin dergi olarak Ermeni meselesi ve 1915’e bakış açınız nedir? Ana akım Kürt siyasetinin ya da siyasetlerinin Ermeni meselesine bakış açısı hakkında ne düşünüyorsunuz?
Modern çağda tanrının boş bıraktığı iktidar koltuğuna yerleşen milliyetçilik, insanlık tarihinde o güne dek görülmemiş kitlesel katliamların, toplama kamplarının, zorunlu göçlerin, dünya savaşlarının baş müsebbibi oldu. Toplumları üzerinde çalışılacak veya biçimlendirilecek bir nesne olarak gören modern toplum mühendisleri tüm toplumsal farkları homojenleştirecek bu kolektif kimliğe dört elle sarıldılar. Ulus-devletler yalnızca ulusal ve kültürel özlemleri hayata geçirmenin masum kolektif birimleri değillerdir. Her ulusal devletin temel hedeflerinden biri de, militarist aygıtlarla organize edilmiş, toplumsal şiddet tekelini kullanan, hiyerarşik yapılarla varlığını koruyan mutlak bir güç oluşturmaktır. Bir şiddet örgütlenmesi olarak ulusal-devlet, politik ve ekonomik eşitsizlikleri ortak düşman veya dış ve iç mihraklar duygusunu sürekli canlı tutarak, sahte siyasal birliklerle meşrulaştırır. Bu bağlamda 1915 olayları tartışmasız bir soykırımdır ve bu soykırım günümüze kadar devam etmektedir. Yahudi hukukçu Lemkin’in uluslar arası hukuka soykırım tanımını, Nazilerin soykırıma başlamasından önce, 1915 olaylarını baz alarak yapması bir tesadüf değildir. Kemalist cumhuriyetin Türk etnik kimliğine dayalı modern bir toplum yaratmak projesi de bu soykırımın devamını teşkil etmektedir. Türk, Müslüman, Sünni ve Heteroseksüel kimliğin dışında kalan tüm kimliklerin ötekileştirilmesi, asimile edilmesi ve hatta buna direnenlerin fiziksel olarak yok edilmesi bir devlet politikası olarak bugüne dek sürdürülmüştür. Ermeniler gerek etnik gerekse dini farklılıkları dolayısıyla ilk gözden çıkarılan, yeni toplumsal bünyeye uyma ihtimali mümkün görünmeyen bir toplumsal safra olarak görülmüştür. Kürtlerle ortak bir tarihi ve coğrafyayı paylaştıkları halde iktidarın dinsel kışkırtmaları ve bazı Kürt aşiretlerin devlet erkânıyla yaptıkları mülk ve iktidar pazarlıkları Kürtlerin de bu soykırımda maalesef rol almalarına yol açmıştır. Kürt siyasal aktörlerinin Ermenilere uygulanan soykırımı dillendirmeleri, özür dileme kampanyalarına yoğun destek vermeleri olumlu ve anlamlı gelişmelerdir. Ancak Kürdistan coğrafyasını Kürtlere ait bir toprak olarak kurgulamak ve bu topraklarda yaşayan diğer etnik, kültürel ve dinsel kimlikleri çoğunluğu oluşturan Kürtlerden sonra gelen birer azınlık kimlik olarak konumlandırmak yürütülen politikanın nasılda ulusal tuzaklara yakalandığının bir örneğidir. Kürdistanda özgür bir yaşam alanı oluşacaksa bu topraklarda yaşamış ve yaşamak isteyen tüm kimliklerin eşit bir siyasal özne olarak görülmesiyle mümkündür. Klişe bir slogan haline gelmiş ‘Yaşasın halkların kardeşliği’ yerine yaşasın halkların özgürlüğü demek gibi bir cesarete sonuna kadar bilenmek durumundayız. Hiçbir sınır ya da etnisiteye dayalı tahakküm bulutuna sarılmayan bir kafileyiz. Kürdistan denilen toprak, Ermenilerin, Süryanilerin, Asurilerin, Yezidilerin ve diğer tüm halkların doğal yaşam kozasıdır.  


  • Önümüzdeki dönemde derginin periyodunu kısaltmak ya da derginin yanına başka tür yayınlar koymak gibi projeleriniz var mı?
QIJIKA REŞ Dergisi, Van’da yaşayan kendini anti-otoriter, özgürlükçü bir siyasal tahayyülün özneleri olarak gören insanların kolektif emeğiyle ortaya çıkan bir yayındır. Uzun vadede bir yayınevine dönüşmek veya alternatif bir yaşam mekânı olarak bir kültür veya sanat merkezine kavuşmak gibi hayaller kurmaktayız. Ayrıca kimi klasik veya güncel özgürlükçü politik metinleri Kürtçeye kitap yayını olarak çevirmek gibi bir tasarımızda var. Aynı zamanda anarşizmin sokak eylemsellikleriyle farklı patikalar açma ve kapitalist ilişkilerin dışında kalacak bir sürdürülebilirliği de tahayyül etmemiz gerektiğine inanıyoruz.


  • Agos okuyucusuna iletmek istediğiniz bir mesajınız varsa bunu da memnuniyetle yayınlamak isteriz.
Bölgede Kürt siyasal hareketinin hayata geçirmeye çalıştığı “demokratik özerklik” projesinin anarşizmin tarihsel deneyimlerinden, örgütlenme ve eylem biçimlerinden yararlanmaya daha fazla açık hale geleceğini düşünüyoruz. Bölgede özgür otonomlar oluşturma çabasında anarşizm ve feminizm önemli bir politik esin kaynağı olacaktır. Taban hareketlerine dayalı anti-kapitalist bir özyönetim politikası geliştirmenin bölgedeki sorunlara çözüm olma potansiyeli her zamankinden daha fazla artmıştır. Ancak Kürdistan’da Anarşist bir devrime olan inancımız ve özgürlük rüyamız bu topraklardaki bütün toplumsal mücadelelerin nihai yenilgisinde bile son bulmayacaktır. Herkesin eşit ve özgür olduğu bir geleceğe yönelik arzumuza, dünyanın sonundan başka hiçbir şey son veremez. Devrimin gelecekteki şimdisini kurma mücadelemiz, iktidara talip tüm siyasi hareketlerden bağımsız olarak devam edecektir. Ya özgürlüğü birlikte yaratacağız ya da toplumsal bedenden kopmuş ayrı politik organlar olarak kendi otonomumuzu inşa etme yolculuğumuzu yalnız bir şekilde de olsa sürdüreceğiz. Belki de kaybettiğimizi sandığımız şey, hiç sahip olamadığımızı keşfettiğimiz o özgürlük anında saklıdır.

13 Mayıs 2011 Cuma

Reben/Mazlum - Sezin Öney


Sezin ÖneyYENİ AVRUPA 13.05.2011
Sezin Öney
Reben/Mazlum
Dün, Van’da yayımlanan ve tüm Türkiye’yi ilgilendirebilecek muhalif bir ses veren bir dergiden bahsetmiştim; Qijika Reş, yani Kara Karga’dan.

Qijika Rej
, güç, otorite ve iktidara erişmeye değil, bunlardan arınmaya yönelik bir felsefe geliştiren bir dergi.
İdeoloji olarak kendine anarşizmi, stare şivan/ çoban yıldızını alan bir yayın. Ama bence, anarşizmden de azade, tamamen kendine özgün bileşimini, kimyasını simyasını bulmuş Qijika Rej...
Qijik, yani Kürtçe “Karga”, kimsesiz, gariban, sahipsiz kalmış, başına felaket gelmiş, “hayatın demlediği”, deneyimlendirdiği gibi bir çağrışıma, kullanıma da sahip. “Qijik” sözünün bir yandan, “reben” yani “mazlum” gibi bir anlamı var.
O kadar çok insanın içine dokunan detay var ki Qijika Reş’in satırları arasına gizli...
Nizam Karaağar’ın, “Kürtçe uzmanı değilim (yani bu cümleden, sanki başka şeylerin uzmanıymışım da, sadece Kürtçenin uzmanı değilmişim gibi bir anlam çıkmaz umarım)” diye başlayarak kendiyle dalga geçen, mütebbessim yazısının, bir müebbet mahkûmuna ait olduğu gerçeği gibi...

Qijika Reş
’in bir dergi olarak ne yapabildiği, ne ortaya koyduğu kadar önemli olan, onu yayına hazırlayan ekibin Van’da boy vermesi. Bir dershanede coğrafya öğretmenliği yapan Ramazan Kaya, İnsan Hakları Derneği’nden Sami Görendağ, genç üniversite hocası Bilgesu Sümer, Kürtçe ve genelde redaksiyon konusunda derginin belkemiği Kawa Newir...
Hepsi, o bu siyasetin topyekûn bakış açısından azade, dağ gibi bireysel duruşlar sergileyen kişiler.
Van’da kurulu bir sofrada, Sami’nin bebek kızı Emma Sarya, Kürtçe-Türkçe karışık dünya tatlısı ilk cümlelerini kurar, Doğubayazıtlı matematik hocası Emin İlhan ve Mardinli eşi Elif Selçuk İlhan’ın fidan gibi genç, umutlu muhabbetini dinlerken, Van’da bir gece gerçekten felekten çalındığına tanık oluyorum.

Ya bu masa dağılırsa?
Aynı gün, Van Mazlumder’den Şahin Aladağ, sistemin aslında herkesi mağdurlukta nasıl ortak ettiğini çok güzel dile getiriyor; “Bir sistem var ve herkesin canını yakıyor. Evet, Kürtlerin, özellikle canı yandı. Sistem açısından öldürülen insanların sayısı ve kimliği çok da önemli değil. Bu düzen, bir şekilde herkesi üzmüş bunu da unutmamak gerek. İnsana sadece insan olduğu için değer veren bir yaklaşım geliştirmeliyiz. Yörükler, Romanlar, acı çeken o kadar çok insan var ki. Sistem değişmeyecekse, 10 yıl sonra gene bir şeyler yapmaya çalışacağız ama Kürtler gene öldürülüyor olacak. Sistem, bence muhalif olarak gördüğü herkese aynı şeyi yapacaktır”.

Ya bu gibi sözler artık duyulmaz olursa?
Devlet, adeta bölgede, bir yandan “daha insan” bir yüz ortaya koymaya çalışıyor ancak, öte yandan, halkla öyle bir inatlaşma içinde ki, sürekli kendini yenileyen bir kutuplaşma yaşanıyor.
Van’dan az ileri gidince, nerede bir dağ varsa, üzerinde dev yazılar; “Vatan Bölünmez” ile başlayıp, Hakkâri’ye doğru ilerledikçe, “Tek Irk” diye doz arttıran, “ayar verme” amaçlı devletin gövde gösterileri sürüyor.
Türkiye’nin batısındaki okullarında, binanın üzerine ay yıldızlı semboller nakşedilmez, ama bayrağın da ötesinde bir milliyetçilik gösterisinde bulunmayı amaçladığı açık bir rölyef, Van’da Samranaltı Mahallesi’ne yeni yapılan ilköğretim okulunun ön cephesini “süslüyor”.

Oysa inatlar kırılmaya mahkûm.
Geçtiğimiz gün İspanya’da Anayasa Mahkemesi, Bask bölgesindeki bağımsızlık yanlısı siyasi hareket Bildu’nun (Baskça ‘Toplan’) 22 mayıstaki yerel seçimlere katılmasının önündeki sandık engellerini kaldırdı. Bildu’nun, sekiz yıl önce ETA ile bağlantısı olduğu iddialarıyla yasaklanan en büyük bağımsızlık yanlısı siyasi parti Batasuna’nın “yeni sürümü” nitelemesiyle, 11 nisanda kurulmasının hemen ardından seçimlere katılması yasaklanmıştı.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Batasuna’nın kapatılmasına ses etmeyen 2003 kararından bu yana, Bask bölgesinde aynı şekilde bir düzineye yakın siyasi hareket politikanın dışına itilmişti. Bazı gözlemciler, İspanya yargısının politize bir tutumla, ETA sempatizanı siyasi hareketlere yasak getirmesinin, silahlı örgütü yalnızlaştırdığını ve gücünü kırdığını öne sürmüştü.
Fakat gözardı edilen, bir yandan ETA’dan öte yandan devletin yasama, yürütme, yargı olarak tüm organlarından baskı gören Bask siyasetinin, her türlü imkânsızlığa rağmen kabuk değiştirmekte olduğuydu.
Bu anlamda, İspanya yargısının siyasi tavır koyarak karar alması, Bask seçmenlerden milliyetçi ya da ayrılıkçı yaklaşımları olmayanları da gücendirdi. Hele, Batasuna’nın eski şahinlerinden, şiddete kesinkes karşı çıkanların Şubat 2011’de kurduğu Sortu’nun (Baskça ‘Yarat’) seçimlere girmesinin engellenmesi Bask bölgesi için bardağı taşıran son damla oldu.
Bildu da, Sortu ile bağlantılı bazı partiler ve Eusko Alkartasuna (‘Bask Dayanışması’) ve Alternatiba (‘Alternatif’) gibi demokrasi sicili gıcır gıcır iki hareketin de aralarında bulunduğu kalabalık bir bütün şeklinde, tepkisel biçimde ortaya çıktı.
Kıssadan hisse, İspanya devleti son 10 yılda her ne yaptı ettiyse, Bask siyasetinin önüne set çekemedi, akan suyun önüne set çekemedi. Sadece, merkezî sisteme olan güven aşındı. Diğer bir deyişle, devlet, inadıyla ETA’nın gücünü erittiğini sandı, oysa bunu yapan, kendi iradeleriyle Baskların, Bask siyasetinin kendisi oldu..



12 Mayıs 2011 Perşembe

‘Qijika Reş’ - Sezin Öney

Sezin ÖneyYENİ AVRUPA 12.05.2011
Sezin Öney
‘Qijika Reş’
Qijika Reş, yani Kara Karga, Van’da çıkan bir derginin adı. Ancak Qijika Reş, herhangi bir dergi değil. “Anarşist” bir dergi; hatta Türkiye’de bu anlamda belki de, “türünün yegâne örneği”.
Kara Karga, çünkü kargalar uğursuz kabul edilip ötelenen kuşlar... Oysa kargaların birçok gizli meziyeti var; örneğin bellekleri son derece güçlü.
Qijika Reş ekibi de, pervasız, umarsız, çekincesiz, özgürce düşüncelerini dile getirmek istiyor. Bunun kendilerine her taraftan lanet getirebileceğini biliyorlar. Buna rağmen, “bu coğrafyada, anti-otoriter” bir “özgürlük politikasının patikası” olmayı, “çok sesli bir yerel platform” oluşturmayı, “dünyayı yansıtan bir aynadan çok, dibini aydınlatan bir mum olmayı” amaçlıyorlar.
Qijika Reş’i, İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Hakkâri ve Türkiye’nin çeşitli yerlerindeki kitapçılardan, gönüllülük ağıyla dağıtıldığı yerlerden, kişilerden temin etmek mümkün. Dergi, Eylül 2010’dan beri, iki aylık olarak yayımlanıyor, ağırlıklı olarak Türkçe fakat Kürtçe yazılar da var. 1250 adet basılıyor ve hepsi hemen tükeniveriyor. Yayın ekibinden, aynı zamanda İnsan Hakları Derneği’nden Sami Görendağ’ın ifadesiyle, dördüncü sayıyı bir 10 gün içinde çıkaracaklar, beşinci sayının yazıları da çoktan hazır. Zira dergiye Türkiye’nin birçok yerinden, üstelik de sadece Kürt yazarlardan değil, her kesimden yazı geliyor.
Dergiyi çıkaranlar, ideolojik olarak kendilerini “anarşizmden” yana konumlandırıyorlar evet; ama dergi, aslında kendine çizdiği rotadan da “anarşist”.
Bunun sebebi, Qijika Reş’in sadece Kürt siyasetini, dünyasını saran, kuşatan, hep sara, kuşatagelmiş, sarsagelmiş güç ve iktidar ilişkilerine bir alternatif arayışında olması değil. Aslında paralel biçimde güç ilişkilerinin, güçlünün iktidarının boğduğu, mağdur ettiği tüm Türkiye’yi ilgilendirecek bir “güçsüzlük” arayışında olması.
Sadece derginin, bir nevi “Ankara” olan Diyarbakır’da değil, beklenmedik bir merkezde, Van’da çıkması şaşırtıcı gelebilir. “Qijika Reş ve Kürt Anarşizmi” adlı, Birgün gazetesinde yayımlanan yazısında Süreyya Evren şöyle demişti; “Kürt anarşizminden bir çıkış olacaksa bunun Diyarbakır’dan gelmesini beklemiş olanlar olabilir. Hayır, Qijika Reş bir Van dergisi.” 
Görendağ, derginin Diyarbakır gibi “metropol”den değil de, Van’dan çıkan bir ses olmasını, kendilerinin “köyün delisi” gibi söylenmeyeni söylemelerine, yazılmayanı yazmalarına bağlıyor.
Bunun da bedeli ağır. Kürt siyasetinde, hele de safların sıklaştığı bu savaş ortamında Qijika Reş, eleştirileri, yaygın düşüncelere muhalefetiyle, iktidardan arınma arzusuyla bir diken. Gene de, dergiye en sert tehdit, henüz, ellerinde dergi, Diyarbakır kitapçılarını gezerek “Bunu bulundurmayacaksınız, yayımlayanlar haindir” diye propaganda yapan, “durumdan vazife çıkaran” bazı partizanlardan geliyor.
Oysa Qijika Reş, içerisinde sadece muhalif düşüncenin yer aldığı bir siyasi dergi değil. Kürt kültürü ve tarihiyle ilgilenenlerin ve aslında bu toprakların geçmişine derinliğine inancı olan herkesin izlemesi gereken bir bellek, hafıza dergisi.
Mesela, derginin kasım-aralık sayısında yayımlanan Mithat Kutlar’ın, “Kadınların Aşkla Ördüğü Dörtlükler ya da Heyranok’lar” yazısını ele alalım. Kutlar’ın deyişiyle, Heyranok, “Kadınların, yaygın olarak birarada bulunduğu yaşam alanlarında; ...eğlenmek ve keyiflenmek adına birbirleriyle paylaştıkları günlük edebî ürünlerdir”.
Evînîka min buye mij û moran/ Wê xwe daye serê çiyan/ Bêjnê xwe nede tu dar û beran/ Dar û ber jî ji ber heliyan
(Yârim adeta sis ve tipi olmuş/ Dağların zirvesini sarmış/ Deyin ki ona dayanmasın taşa ağaca/ Taşları, ağaçları eritir sonra)
Bu dizelerin “heyranokbej”i, ozanı Zehra Er’in, gençliğinde yaylalarda, berîvan olarak, yani süt sağmaya gittiğinde gerçek hayata tezat, gerçek hayattan kaçak, içindeki saklı saray, hayal âlemini konuşturmuş.
Kutlar’ın derlediği heyranok, Başkale, Yüksekova, Çukurca; “Batı yakasının” hep sorun yumağı, çatışma sahası olarak adını duymaya alıştığı yerlerden.
Görendağ’ın “Kızım Emma Sarya’ya Mektup” yazısında, gene dergi ekibinden Ramazan Kaya’dan şöyle bir alıntı yapıyor;
“Kim olduğumuz sorusuna doğru yanıtlar bulma arayışı, hayatımızı uzun süre bir eksiklikler kümesi, bir türev, bir eziklikler cenderesi olarak yaşamamız demekti. Kemalist modernliğe uyum sağlayamayan patolojik vakalardık. Evdeki kültürle, okuldaki tedrisat arasında yarılmış bir bilincin algısıyla şekillendi anlam evrenimiz. Kemalizm’in devlet dersinde ikmale kalmıştık. Evdeki kimlik çarşıya uymuyordu. Modern Beyaz Türk gibi yaşamak ve kabul görmek ideali, esmer tenimizin ve kekeme dilimizin farklılık bariyerlerine tosluyordu her defasında. Egemen kimlik söyleminin oluşturduğu bir üst benlik, bir kıyaslama çerçevesi olmuş, ‘onların’ gözünden kendimizi tanımlamanın veya tanımlayamamanın sınır nevrozunu yaşıyorduk bir nevi.”
Gürültüden, siyasi bağrış çığırıştan sağırlaşan ve itiş kakıştan, “operasyonların” tozu dumanından körleşen ülkemizde, biraz sükûnetle bu gibi satırlar fısıltı gibi kalmasa, daha çok duyulsa, okunsa, ne Kürt ne Türk sorunu kalırdı belki de...