12 Haziran 2011 Pazar

Her Amerikan Filminde Bulunan Metal Okul Dolapları û Dek û Dolab - Leyla Saral & Kawa Nemir



Qijika Reş Dergisi / Sayı:3

Adetten olduğu üzere, yazımızın temel esprisi de “eğitim şart” olduğundan ve ona istinaden, her Amerikan filminde bulunan metal okul dolapları olduğundan, bu yazımızın derdine uzaktan şöyle de bağlanabiliriz:

“Şair Yannis Ritsos’a sığınarak deriz ki, “alışkanlıklar da değişir”. Bir kez daha bir yerlerden bir qoutation (biz, kotasyon diyelim ona) kotaramadık. O alışkanlığımızı alaşağı ettik. Yok, daha doğrusu, tırtıklayamadık ve kala kala kendi yerel gündem 21’imizden bir assortment devşirerek bir üst giriş yapacağız. Negri’nin İmparatorluk’unun devamının yazılmasını bekliyoruz. (Az önce bir “teori faresi” kulağıma fısıldadı, devamı yazılmış! Ay niye Google’a bakıp copy & paste yapmadık ki.) Ve elimizde Minima Moralia, “olabildiğince ahlak” diyoruz da sizin bildiğiniz ahlaktan değil ablak ablak. Öyle yeni ve kudretli bir amentü daha çıkıncaya kadar, yer yer kendi yerelimizden zıpkın gibi fırlayıp Kürtçe adını henüz tespit edemediğimiz Van erkek inci kefallerine saplanmak daha iyi olur. Şu bildiğimiz siyasi geleneklerden gelen, 657’e tabi, Kürdistan’da olası bir devrimi güme götürmüş, utangaç eylemci, eril katmanları hayli fazla, aile babası olup da dans eden her kadına “fahişe” diyebilen (Shakespeare döneminde fish (balık) kelimesinin argodaki anlamı fahişe demekti, bu da ilginç, değil mi?), “özgürlük fenerlerimiz” ya da “özgürlük lalelerimiz”, özünde Amed pêxaslığının bile naylonluğuna inmiş o gidi sarhoş balıklar…
Neyse ki ne…
Dans edemeyeceksek, bu devrim bizim devrimimiz olamaz. (Hemen Goldman’dan aşırdınız ikiniz de diyeceksiniz, ama bekleyin. Bir dergi bizi dansa kaldıramayacaksa, o dergi bizim dergimiz olamaz.) Ha bir de “kenetli dişler”le içerde, yan tarafta harıl harıl çalışan Qijika Reş ekibi şöyle bir şarkıyı yazılamalar eşliğinde mırıldanmakta: “Sıkılmış dişlerle özgürlük şarkıları söylenemez.”
Kim söylemişti bu sözü, kim ya? Valla şimdi çıkaramadık.    
Qiseyeke Kurdan heye, qiseyeke gelekî anarşîst e (silav li wiyê ku dibêje, ez anarşîst im, li wiyê ku bi xwe cirdonê teoriyê ye): “Heya xera nebe, ava nabe.”
Çeeek bir 35’lik.

Amerikan filmlerini izleye izleye ülkemizde ideal okulu dekore ederken öncelikle koridorlara metal dolapları yerleştiriyoruz. İyi bir okulda olmazsa olmazların başında okul dolapları geliyor. Özel okulların hepsinde, devlet okullarının da torpille öğrenci kaydı yapılanlarında okul dolapları başköşedeki yerlerini alıp çevrelerinde dönecek olayları beklemeye koyuluyorlar.
Okul müdürü, okula gelenleri önce dolapların önüne götürür. Bakın, dolabımız var, anahtarları var. Anahtarı elimize aldık mı, okula sahip olmuş gibi havalanıveririz. Küçük ve şirin dolapların avucumuzun içindeki demir anahtarları. Şimdi herkes kendine sessizce sorsun kim çocuğunu koridorlarında dolap olmayan bir özel okula gönderir diye. Anneciğim, dolabımın anahtarlarını kaybetmişim. Kızım, hangi dolabının, Tanrı aşkına? Hangisi olacak, okuldaki mavi dolabımın! Tamam, ben hemen Kaya’nın çilingir olan babasını çağırıyorum.
Filmleri izlerken, Amerikan eğitim sistemi hakkında da bilgi sahibi oluyoruz. Bir grup çokbilmiş çıkıp, maddeler halinde sıralayınız derse, itaatkâr ruhumuzla sıralarız American Dreamın tarihsel, sosyolojik, askeri, edebi bilmem ne kaynaklarını, ama konumuz eğitim sisteminden çok, dolapların toplu eğitim sistemine katkısı. Sevgili meraklılar, merakınızı giderecek bir şey yapamayız, ama boş konuşup çeşitli yorumlar yapabiliriz. (Ama burada boşa koysan dolar hesabı işliyor.) Şimdiye kadar bu dolaplar hiç dikkatimi çekmedi demeyin sakın. Çünkü en önemli ipuçları eninde sonunda burada bulunur. Hani böyle smooth bir metin gibi görünen bir metni okursunuz okursunuz da önce pek bir şey anlamazsınız, sonra smooth olanın da bir hayli ruhtan mahrum olmadığını birden “görürsünüz”, işte öyle bir şey. Amerikalılar işe dolap çevirerek başlıyorlar, gizli saklı işlerini metal dolaplarla paylaşıyorlar, önemsiz gibi görünen koridorlarda en önemli işlerini gerçekleştiriyorlar, seri üretimden ve seri işlerden hoşlanıyorlar. (Alın size bizim buralardaki koridor merkezli politik entrikacılığın kaynağına bir örnek. Heval, sen bi gelisen! Kötü eğitimin meşru sonuçları. İhaleciliğin kaynağına ulaşma isteğini kalbinden geçirmeyen herkes elbette ki dangalaklıklarına doymasınlar meşruluğu.) Burada Henry Ford’u da anmadan geçmeyelim. Bizdeki muadili, politik üretim bandı. Lawo, holehola we ye, lê nêrî bi selewatan nayê xwarê, me çek û sîleh bi tenê gotina me heye. Çıbanbaşı belki de o zattır. Tabii geçmiş zaman, bilemeyiz. Gelecek uzun sürer değil mi daha büyük bir endişenin kucağında. Değil mi? Bizce öyle. Safları sıklaştıralım arkadaşlar, ama hemen yarın biz sabaha, özgür bir geleceğe fıtık olarak uyanırsak ve bizi şimdiden sıkanlar, o şimdinin sıkılgan mazlumları, yarının kesin ve keskin jiletleri, bizi öperlerse, ki kesinlikle öpecekler.
Kadın erkek ilişkileri de her zaman dolap çevirmeye gebedir. Amerika’da bu yüzden olmalı ki en ihtiraslı aşklar da dolapların önünde başlayıp bitiyor. Muhatabını bulamayan Aşk, dolabın karşısına geçip ya Sünnileşir ya da Katolikleşir. Aşkları da koridorları da boş bırakmamak lazım deyip sürekli koridorlarda film çekiyorlar. Amerikan rüyasının içinde, hani 19. yüzyılın ortalarında Walt Whitman’ın bir gece gördüğü, sabah tersinden kalkar kalkmaz oturup şiirleştirdiği ve biz tüm dünyalılara yandan etkide bulunduğu o rüyanın içinde, mavi okul dolapları olan bir okulda eğitim almak en özel yerini alır. Bir gün Amerika’ya gidip dolapların önünde aşkımızı ilan edeceğiz birilerine. Bir özgürlük anıtı, bir de Amerikan dolapları kafamızda önceden ayrılmış yerlerine yerleşiyor. Amerika’nın dolaba atacağı gizli eşyaları her zaman tarihen vardır. Ara sıra sızıntı yapsa da geçen yılın deprem adamı Julian Assenge’ın Wikileaks külliyatı aracılığıyla.
 Evde çayımızı içerken, yanında dünden kalma kısırı kaşıklarken, TV’de iki genç,  yaşlı bir amcayı öldürmeye karar veriyor. O sırada sınıftan çıkmak üzereler, akşam mezuniyet balosunda Profesör O’Henry’nin boğazını kesecekler. Arabaya ya da okul tuvaletine gidip konuşmalarını beklerken biz, mavi dolapların önüne geliyorlar, birbirlerinin yüzüne bakmadan dolapta kırışmış eşyaları var mı diye kontrol ederek cinayetin ayrıntılarını konuşuyorlar. O sırada birisi, içinden cık cık ediyor: “Jack, yine ne var?” “Ne olsun, her şeyim kırış kırış olmuş.” “Ha… bir de dolabıma tehdit mesajı bırakmışlar.” Bu şoku atlattıktan sonra tekrar cinayete konsantre olup dolapların önünden ayrılıyorlar. Önemli kararlardan önce dolap önü, dolap önünden sonra önemli olaylar vuku buluyor. Kriminalize edelim azıcık: Her katil, dolap mahalline döner. Bana dolabının eşkâlini ver, başına bela olanı bulayım. Dolap bu, boru değil. Dolap deyip geçmeyeceksin. Dolabım, güzel dolabım. Her şey güzeldi, fakat o son dolabı açmayacaktım.
Gece kâbus gören bir insan, rüyasında arkasından koşturan katilden kaçmak için dolapların arasından geçmeye çalışıyor, tüm dolapların kapısı açık, soğuk demirler, kaçan insanın suratına suratına çarpıyor. Gündüz dost dolaplar, gece düşman oluyor. Gece silahlı, gündüz külahlı tek tip dolaplar. Qey mirov di garanê de di çêleka xwe ….?
 Sevgilisinden şamarı yiyen, dolabın önünde diz çöküp ağlarken, yakın arkadaş bir diğerine bakmadan dolabıyla ilgilenerek, “Ne oldu ahbap, yine neyin var, yapışmışsın dolaplara?” diyor. 
Ama şunu anlamaya çalışır dururuz; Amerika’da ilk dolap nasıldı ve hangi okulda kullanıldı? Bu dolabın faydaları nelerdi ki yaratıcılığı bu kadar tetikledi? Öyle ya, dolabın önüne geçen bir fikir doğuruyor, bir plan yapıyor, bir iş çeviriyor. Biz bundan yola çıkarak diyoruz ki dolabı açıp kapatırken oluşan hafif esinti beynimizdeki yaratıcılığı açığa çıkartıyor olsa gerek. Bunu Mehmet Öz’den önce açıkladığımız için de herkesten özür diliyoruz dolabın önünde.
Okulun açılış konuşmasını yapan müdür, öğrencilere, “Burası da sizin bir eviniz sayılır, öyle her şeyi eve taşımayın, bakın her yer dolap dolu” diyor. Amerika gibi, bu ülkenin okulları da herkesin rahat edebileceği, kendini evinde hissedebileceği bir yerdir. Hafif serbest vuruş pozisyonunda önde bağlanmış elleriyle Küçük Amerika burası diyor okul müdürü. Bu dolaplar da Küçük Amerikan dolapları. Ülkede “sıralı dolap mantığı” olduğundan, cümlelerde gidebileceği son noktaya kadar gidiyor. Ama çokbilmiş bir ses çıkıp, o dolaplar, çocukların rahatı için düşünülmüş bu okuldaki zurnanın son deliğidir diye bağırıyor. Hayır, öyle değildir diye bağırıyor komplo teoricisi. Dolaplarla Amerika’nın politikaları arasında mutlaka bir bağlantı var. Eğer yoksa, o zaman yönetmenler dolap sapığıdır. Sadece şunu öğrenmek istiyoruz: Neden en önemli konular dolabın önünde konuşuluyor?
Usul usul anladığımızı hissetmeye mi başladık ne? Yoksa farkında olmadan, özgürlük lalelerimiz olan “teori fareleri”nin de son derece hoşlanacağı gibi, yoksa biz farkında olmadan burada bir “dolap üstüne okumalar” gibi bir iş mi yapıyoruz?
Çişteki Mucize gibi Dolaptaki Mucize diye bir kitap yazılsa, tutar mı? Bu konu da çok zorlanmış diyenlerin inadına ekmeğimizi taştan çıkarıp, dolap desek, başka bir şey demesek, yakında bu ülkede mutfak dolapları reklâmlarına da çıkarız diyoruz. Konuya zorlama da girmiş olsak, kıvırırız, emniyet şeridine geçeriz, olmadı, yazıyı Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi yazısına çeviririz bir zamanlar soldayken şimdilerde faşist ulusalcılık tuzağına düşmeden, hatta, Sezen Aksu’nun köksüz Kürt kardelenleri açmasın diye, kimse yaklaşmasın, okulları bir anda ateşe veririz. Arada da ışıl ışıl yanan, Kürt kafalayan, badem bıyıklıgillerin eskinin yenisi pöh irşat evleri, dershaneleri, yurtları, vakıfları ve istilacı okulları. Kısır döngü elleri kolları bağlı toprak sevdası değil, sittirip gideceksiniz eninde sonunda ey işgalciler kavgası, diye yüksek sesle düşünmekteyiz. Hacklayarak haklamak mı, cracklayarak kırmak mı, işte en “zarif” yöntem hangisidir diye düşünmekteyiz. Şimdi değil belki ama, ilerde kara kargalar sahaya indiklerinde, kargacık burgacık gibi görünen direniş alt metinleri daha bir okunaklı olacaklardır.   
Ji ber vê yekê, çocuklarını sırf dolabı var diye şehirden atmış, kilometrelerce uzaktaki yatılı okula vermiş, YİBO üretimi gibi duran bir aklı evvele dedik: Yapma ne olursun, orası zaten yatılı okul, mecburen dolabı olacak, yatakların altına sepet mi atacaklar? Senin yatak odanda da gardırop var, ama yatağın da hemen yanında değil mi? Yani orada yatıp kalkıyorsun dedik, anlaşamadık. İşin en karizmatik tarafı, yatmadığın bir yerde dolabın olması dedik. Mesela ofisinde, istifa ederken eşyalarını kutulara koyup kafana sıkar gidersin, ezdirtmezsin kendini Amerikan dolaplarına.
Va ye wekî êdî ji we ve jî nas e ji vê dera vê deqê û pê de, gelek şax û şovên dolaban, wey mala Kurdiya me ya delal hezar carî ava be, gelek dek û dolabên dolaban hene. Dolab çawa rê dibin ser desthilatdariyê, çawa li Emerîkayê, li wan deran, gerdûna xwe ya wateyî fireh dikin, çawa li ba me, li van deran, di vê “decentralization” (dernavendkirin)a me ya pirralî (Amed, Wan, Hewlêr, Silêmanî û Mahabad, hey malên meno) de, bi şêweyên xwe yên rûtik û tîmar (çîna jêr-çîna jor, welatparêzên xizan î şehîdmal-elîta welatparêz î şêniyê Geliyê Dîcleyê…) xwe dide der, çawa zimanê bejnên kurt bi qasî werîsekî dirêj dibe… Ev hemû ew encam in, ku em dolabên şikeftên dîrokî yên dek û dolabên dûrebîn û dûrebêhn vedikin, xwe li me dikin reşe, ji nişkê ve li me derdikevin.
İşte çok dilli ve bayağı zilli iki geçişken “bir aklın” eseri olan bu experimental metin, hani bir zamanlar bir Amerikan dizisi vardı ya Görevimiz Tehlike diye, her bölümün başında ortaya bir teyp çıkardı, tehlikeli bir kurtarma operasyonuna gidecek harikulade ekibe, bu teyp on saniye içinde kendi kendisini imha edecektir deyip görevin çerçevesini anlatan ve on saniye sonra da çisss diye başlayan, bu da o minval üzre bir soru ortaya atıp fısss diye gidecek: Her Amerikan okulunda bulunan mavi dolapların bizde de “izdüşüm”leri var. Biz, bu dolaplara bir tribute yapıp seni bir güzel yıkıp yeniden kuramadık ey sevgili lanet yurdumuz. Karga kardeşlerimizi kovalamış Selanikli çocuk menkıbesinin derin bir uykuya yatırdığı ey onun “izdüşümcü özgürlük öncüleri”, başka bir hayvan mümkün! O hayvan ki hep kovalanmış, hep kara çalınmış, ama utanmayıp hep kara kalmış. Dolabı açtığınızda (hani gene bir mistifikasyon olmasın), yüzünüze tüm hayvanlar yürüyecektir, karga dışında. O yüzden, kesinlikle demiyoruz, ama birer karga olduğumuzu hissediyoruz. Sadece yurdumuzda yetişen 657’lik eril “teori farelerimiz” bunu nasıl okuyacaklarını uzun uzun alıntılarla yazmalılar kanımızca. Ama “medeni” insanlar gibi. Medeniyet de ne menem bir şeyse…
Biz de bir dolap çevirip bir soruyla bitirelim ki isteyenler cevabı dergiye yazabilirler: Quentin Tarantino’nun Death Proof adlı filminin ölüm geçirmezliğini ele veren ayrıntısı nedir?
Bunu bulana tüyü bitmemiş bir karga yavrusu hediye. Haydi bakalım.
(Bu arada dolap kaçkını karga da anlam evrenini genişlettikçe genişletti, değil mi ey fısıldayan, ne Kürtçe ne de Türkçe olan ortak dil?)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder