12 Haziran 2011 Pazar

Sessizleştirilmiş ‘İsyan-ı Nisvan’ - Zozan Özgökçe


Qijika Reş Dergisi / Sayı:3

“Gerçek bir feminist olmak için her şeyden önce, her türlü baskıya karşı çıkmalıyız. Olağanüstü durumlar dışında benim bildiğim iki baskı var: rengimizden dolayı karşılaştığımız baskılar, yani ırkçılık. Ve ekonomik sınıfımızdan dolayı karşılaştığımız baskı, yani sömürü.  Bu ikisine karşı çıkmadan, kadın haklarını korumak söz konusu olamaz!” [Angela Davis]
                                                                                                                                                                                            

Shahrzad Mojab’ın ‘Devletsiz Ulusun Kadınları’ adlı Kürt kadını üzerine araştırmalarının yer aldığı kitaptaki Rohat Alakom’un ‘20. Yüzyılın Başlarında İstanbul’daki Kürt Kadınları’ adlı çalışmasında Nezihe Muhiddin’in Nuriye Ulviye Mevlan’ın kurduğu Müdâfaa-i Hukûk- Cemiyetini ve ona bağlı ‘Kadınlar Dünyası’ gazetesinin aslında eşi Mevlanzade Rıfat tarafından kurulduğunu öne sürerek küçümsediğini okudum. Ayrıca Yaprak Zihnioğlu’da ‘Kadınsız İnkılâp’ adlı kitabında öne sürülen bu görüşü desteklemektedir. Bu yazıma ilham kaynağı olan ‘resmi feminizm’ tarihi var mıdır? sorusu bu küçümseme meselesi ile oluştu.  

Osmanlı dönemindeki kadınlardan en çok duyduğum veya görünür kılınmış isimler Fatma Aliye, Halide Edip Adıvar ve Nezihe Muhiddin’dir. Özellikle araştırmadıkça daha nice ismi ve çalışmaları öğrenmek biraz güçtür. Fatma Aliye ilk kadın romancı olması vesilesi ile Halide Edip Adıvar yazarlığı ve politik kişiliği ile ve Nezihe Muhiddin’de kurduğu Kadınlar Halk Fırkası, Türk Kadınlar Birliği ile ancak her üçü de Türk, Müslüman ve milliyetçi olmaları vesilesi ile aslında sık sık gündemimize gelirler. Peki, Osmanlı, ikinci Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinde Türk ve Müslüman olmayan kadınlar ne yapıyorlardı? Kimdi bu kadınlar?

Yaprak Zihnioğlu birinci dalga kadın hareketini, Erken Dönem Osmanlı hareket-i nisvanı (1868- 1908), II. Meşrutiyet Dönemi Osmanlı feminizmi (1908-1922) ve Cumhuriyetçi Feminizm (1923- 1935) olarak üç dönem halinde ele alıyor.[1] Bu dönemlere ayırırken ve Nezihe Muhiddin’in mücadelesini anlatırken bize Türk milliyetçiliğinin sınırlarını, –hükümet tarafından o dönem Nezihe Muhiddin’de sessizleştiriliyor hatta polisiye tedbirlerle bastırılıyor- Cumhuriyetin kuruluş yıllarındaki siyasal iktidarın otoriter ve cinsiyetçi niteliğini ve kadın tarihini anlamaya ve tahlile yardım ediyor. Nezihe Muhiddin’in bazen ikircikli davrandığını hatta Kemalist modernleşme projesinin tek tipleştiren, ayrımcı politikalarını desteklediğini de gözler önüne seriyor. Nezihe Muhiddin’in döneme hâkim olan reaksiyoner kültürel milliyetçiliğin temsillerinden birini oluşturduğunu ifade ederek milliyetçiliğin cinsiyetçi uzanımlarının olduğunu da söylüyor. Bir yandan yabancı düşmanlığının olduğunu hatta ‘ırki narsisizm’i görmemenin mümkün olmadığını makale ve yapıtlarından alıntılar yaparak belirtiyor. Muhiddin için, Avrupa’nın, Osmanlı devletini ve esas olarak ta Türk milletini yok etmek isteyen bir güç olduğunu belirtiyor.[2] O yıllarda Muhiddin, İttihak ve Terakki önderliğinde yükseltilen gayrimüslimlerden alışveriş yapmamaya yönelik çıkarılan ‘Müslüman Boykotajı’nın destekçisi ve eylemcisiydi.[3] Gayrimüslimlere ahlaki düşkünlük atfetmek dışında aşağılayıcı ifadeler de kullanmaktaydı. Özellikle Ermeniler için ‘cildinden yayılan kirli ter kokusu ile karışık Levanten nefesi’ gibi aşağılayıcı ifadeler kullanmaya kadar pervasızlaşmıştır. Gayrimüslimlere karşı tutunduğu milliyetçi, şoven tutumun uzantısı olarak Kürtleri de aşağılamış ve Şeyh Sait isyanını bastıran hükümete de teşekkür etmiştir. [4]

İttihat ve Terakki’nin Celadet Ali Bedirxan’ın betimlemesiyle Türkizasyon politikalarının Kürt ve gayrimüslimlere yaşattıklarını 8 Aralık 1933 tarihinde Atatürk’e gönderdiği bir mektuptan derin bir şekilde öğreniyoruz. Celadet Ali Bedirxan, Nezihe Muhidin’in teşekkür ettiği hükümetin Kürtlere ve Kürt diline yönelik yasaklamalarını anlatırken, ‘Kürt gençlerini kılıçtan geçiriyor, köyleri yakıp yıkıyor ve Türk, Müslüman olmayanları tehcir ve takdil (öldürme) ediyor’ diyordu.[5]

Muhiddin, İttihat ve Terakki’nin politikalarını benimsiyor ve eylemlerinin destekçisi oluyordu. Ulus devletin inşa sürecinde, dışlayıcı Türk Kadını kimliğinin oluşmasında makalelerinde, yapıtlarında ve konuşmalarında kullandığı milliyetçi diliyle özel bir katkı sağlamıştır. Kadınlık mefkûresi ve kadınların siyasal hakları üzerine çalışma yapmıştır ancak Osmanlı kadınlarını oluşturan diğer grupları göz ardı etmiştir. Kemalist modernleşme projesine yaptığı katkılara rağmen Kemalistlerin kadınlara karşı bıraktığı sınırları aşınca da bir yok etme projesi ile de susturulmuştur. Cumhuriyet döneminde ulusal politikalara hizmet eden Nezihe Muhiddin, her şeye rağmen kadınların siyasal hakları konusundaki ısrarı dolayısıyla hükümetin cinsiyetçi politikasına kurban olmuş bir tarihi figür olup, dönemin ve sonrasının erkek tarihi tarafından da yok sayılmıştır.

Nezihe Muhiddin’in küçümsediği Nuriye Ulviye Mevlan, 4 Nisan 1913 yılında Müdâfaa-i Hukûk- Cemiyetini ve onun yayın organı olarak ta Kadınlar Dünyası adlı gazeteyi kuruyor. Gazeteyi kurma fikrinin ilk kez eşi tarafından ortaya atıldığını da bir röportajında belirtiyor ki, eşi Mevlanzade Rıfat erkeklerin kadın meselesindeki rolünü anlatmak için ‘Erkekler Dünyası’ adlı bir gazeteyi çıkarıyor. Mevlanzade Rıfat’ın bu anlamda demokrat kişiliği cidden etkileyici ki, Mithat Kutlar onun bu girişimini ‘Bir Feminist Erkeklik Denemesi’[6] olarak niteliyor. Mevlanzade Rıfat, (pro)feminist kişiliğinin yanı sıra önemli bir Kürt aydınıdır. Mithat Kutlar kitabında Mevlanzade Rıfat’ın İttihat ve Terakki Partisinin oligarşik iktidarından rahatsızlık duyarak ittihatçı hükümetin çok sesliliği bastıran tutumunu sert bir dille eleştirdiğini, merkezi yönetim biçiminin toplumu oluşturan farklı etnik yapıların ihtiyaçlarına artık cevap vermediğini ifade ettiğini belirtir.   Bu anlamda Mevlanzade Rıfat kanımca Nezihe Muhiddin, Fatma Aliye ve Halide Edip Adıvar’ın içinde olduğu Türk Kadınlar Birliği’nin feminist erkek oldukları gerekçesi ile milletvekili adayı olarak göstermek istedikleri Üçüncü Kolordu komutanı Şükrü Naili Paşa ve Mahmut Esat Bozkurt ile kıyaslanamaz bile. Kemalist ideolojinin temsilcisi olan, Türklerin üstün bir halk olduğunu iddia eden "Türk, bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır; hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler!" lafını eden Mahmut Esat Bozkurt’un Türk Kadınlar Birliği tarafından aday olarak gösterilmesi o dönemde Türk ve Müslüman olmayanlar arasında nasıl bir duygu yaratmıştır acaba?   Ayrıca bu durumda Türk Kadınlar Birliği’ndeki kadınların Bozkurt’un bu ırkçı düşüncesinden uzak olduğunu söylemek ne derecede inandırıcı olur?

 Kadınlar Dünyası gazetesi, Osmanlı kadınları arasında din, mezhep ve etnik ayrım gözetmeksizin tüm kesimleri içine alan bir gazete niteliğindedir ki, gazetenin kapağında şu cümle yer almaktadır: “Cins ve mezhep tefrik etmeksizin kadınlık hukuk ve menafini müdafaa eder musavver (resimli) gazetedir”. Müdâfaa-i Hukûk Cemiyeti’nin ‘yabancı’ kadın üyeleri de var. Kadınlar Dünyası onları tanıtıyor, yazılarına yer veriyor. Bazı sayıları Fransızca ekli çıkıyor.[7] Derginin aynı adla bir de matbaası var ve diğer kadın gruplarının yayınları da burada basılıyor. Derginin kapısı tüm Osmanlı kadınlarına açık, Rum, Ermeni, Kürt, Arnavut, Çerkez kadınlarının da bu gazeteyle farklı içerikte ilişkileri olmuştur.[8] Gazete Osmanlı kadınlarının hepsini müdafaa etmiştir. Hatta Nezihe Muhiddin’in ‘Türk unsurunun iktisaden güçlenmesi için Müslüman ve Türk kadınlarını gayrimüslimlerden alışveriş etmemeye’ yani boykota davet ettiği bir yazısına karşılık Kadınlar Dünyası gazetesi yazarlarından Emine Seher Ali Nezihe Muhiddin’e yumuşaklığı tavsiye ediyor kibarca “ateşli hanım kızımızın asabi nutuklarını” aşırı buluyor; Muhiddin’in kadınlıktan uzaklaştığını ve gayrimüslim kadınlara sataştığını’ belirtiyordu.[9]

Kadınlar Dünyası gazetesi Kürt kadınları ve Osmanlı içindeki tüm kadınlar ile ilgili konuların yanı sıra Kürt atasözlerine ve meşhur sözlere, tanınmış ünlü Kürtlere, Kürt kadınlarının tarihsel geçmişine yer veriyor.[10]   Ayrıca Kadınlar Dünyası gazetesi feminizm ve sosyalizm kavramlarını da çekinmeden kullanıyor. Örneğin; Mükerrem Belkıs adlı yazar ‘İnsanlığın İki Kanadı: Feminizm ve Sosyalizm’ başlıklı yazısında ‘insanlığı sefil hayattan ve ızdıraptan kurtararak iyi hayatlara yükselten, uçuran iki kanattan birisinin sosyalizm diğerinin ise feminizm olduğunu belirtir’.[11]

Osmanlı döneminde gayrimüslimlere yönelik baskıcı ve ayrımcı politikalarından en çok Ermenilerin nasibini aldığını söyleyebiliriz sanırım. Eli kalem tutan Ermeni kadınlardan Hayganuş Mark Ermeni tehciri sebebi ile kalem arkadaşları ve dostlarının önemli bir bölümünü yitirir, eşinin de tutuklanıp sorgulanmasıyla büyük sıkıntılar yaşar. Anadolu’dan tehcir ve kırım haberlerinin başkente ulaştığı o günlerde Ermeni kültürel yaşantısı adeta durma noktasına gelmiştir. Mark’ta da 1909’dan 1918’e kadar herhangi bir yazı kaleme almamıştır.[12] İstanbul’daki pek çok Ermeni aydını gibi uzun bir sessizlik dönemine girmiştir. Mark 1919’da tam 14 yıl aralıksız yayınlanan kadın dergisi Hay Gin’i çıkarmaya başlar. 1933’te kapanınca büyük bir hayal kırıklığına uğrar ve dört yıl boyunca tek bir satır dahi yazamaz. Hay Gin dergisi kadın dünyasını meşgul eden her konuyla ilgilenmek için kurulmuştur. Hay Gin’de feminizmin tarihi, kadın hareketinin amaçları ve yönü, Avrupa ve Amerika’daki kadın hareketiyle ilgili yazılar yayımlanıyordu. Son sayfada, ‘Kadın Dünyasından Haberler’ başlıklı bir bölüm bulunmaktaydı. Burada, yurtiçi ve yurtdışından, kadınları ilgilendirebilecek her türlü habere yer veriliyordu. İngiliz kadınlarının eve sıcak su borusu taktırmaları da, sahneye çıkan ilk Müslüman Türk kadını da, Ermeni Kadınlar Birliği’nin programı da bu bölümün konusunu oluşturuyordu.[13]

Hayganuş Mark’da Nuriye Ulviye Mevlan gibi Nezihe Muhiddin’in Türk Kadınlar Birliği[14] tarafından onur kırıcı davranışına maruz kalır. Hayganuş Mark, Türk Kadınlar Birliğine üye olmaya davet edilir. Bu davet, o sırada İstanbul’da bulunan Uluslararası feminist Kadınlar Birliği genel sekreteri İsviçreli Ann Stiss tarafından, Türk kadınlar Birliği adına yapılır. Mark teklifi başlangıçta reddeder, bunun sebebi aynı vatanı paylaştığı Türk kadınları tarafından doğrudan çağrılmamış olmasıdır. Fakat Stiss, kendisinin Türk Kadınlar Birliği’ni temsil ettiğinde ısrar edip büyük bir içtenlikle teklifi yineleyince Mark geri adım atar. Ertesi gün tüm Türk gazeteleri Türk Kadınlar Birliği’nin Hay Gin’in editörünü üyeliğe davet ettiğini yazar. Fakat sonraki gün birliğin başkanıyla görüşmüş olan bir gazete, birliğe üye olmayı Mark’ın teklif ettiğini iddia eder. Bunun üzerine Mark Stiss’le görüşüp, verdiği sözü tutamayacağını söyler; zira böylesine bir onur kırıcı davranış yalnız kendisini değil, temsil ettiği Ermeni kadınını da hedef almaktadır.[15] Ancak Hayganuş Mark’ın üyeliği Türk Kadınlar Birliği’nin tüzüğü gereği Türk ve Müslüman olma şartını taşımakta olduğundan kabul edilmez.  Hayganuş Mark o dönemler zor durumda olan Nezihe Muhiddin ve Türk Kadınlar Birliğine sahip çıkan bir söylemde bulunacak kadar da erdemlidir. İstanbul Belediye Başkanı Türk Kadınlar Birliği’nde verdiği bir konferansta ‘kadınların erkeklere eşit olamayacaklarını buna sebep olarak, kadınların askerlik yapmamalarını ve savaşa gitmemelerini’ gösterir. Demeci ertesi gün gazetede çıkınca Hayganuş Mark Hilal-i Ahmer gazetesine cesur bir yazı yazar ve yazıda Türk Kadınlar Birliği’ne hitaben ‘… çalışmalarını böylesi bir güç dirayetle yürüten Türk Kadınlar Birliği’ni içtenlikle ve kız kardeş sevgisiyle kutluyoruz.’ [16]der.  Hayganuş Mark kendisinin editörlüğünü yaptığı gazeteye ve bir kadın aktivist olarak kendisinin yaşadığı sıkıntıların başka bir türünü Türk Kadınlar Birliği’nin da yaşadığını görmüş ve empati yapabilmiştir. Onun bu tavrındaki feminist tavır takdire değerdir.  

Osmanlı Türk kadınları ile Osmanlı Ermeni kadınları birlikte cemiyet kurma girişimlerinde de bulunmuşlardı. Bu türden ilk girişim 1908’de Ermeni -Türk Kadınları Dostluk Cemiyeti’ni kurmak oldu. Ancak bu örgütün ömrü, Ermeni ve Türk kadınları arasında toplanan paranın paylaşımında – başlangıçta toplanan paranın eşit paylaşılacağına karar verilmesine rağmen, Türk kadınlar paranın dörtte üçünü alarak dörtte birini Ermenilere verdi– yaşanan bir anlaşmazlık yüzünden kısa sürdü.  Bir de kendisini feminist olarak tanımlamayan Zabel Yesayan, Hasan Fehmi Bey’in Fransız eşi ile birlikte Osmanlı Kadın Dayanışması Cemiyeti kurma girişiminde bulundular. Ancak çatışan milli çıkarlar Osmanlı Türk ve Osmanlı Ermeni kadınlarının bir arada çalışmasını imkânsız hale getirdi.[17]

Hayganuş Mark’ın kız kardeşlikle selamladığı egemen ulusun kadınları Türk ve Müslüman olmayan kadınları değil kardeşçe görmek onları yok sayan ve onurlarını kıran, aşağılayan, onları asan, kılıçtan geçiren, tehcir eden hükümeti alkışlayan ve onlara karşı savaşan orduya asker yetiştirmek için analığa vurgu yapan, orduyu, şehitliği, askerliği yücelten şoven bir diskurdan hareket ediyor ve söylemler geliştiriyordu.

Müslüman ve Türk olmayan kadınlar tarih yazımda ve araştırmalarda da dikkate alınmamıştır. Aynur Demirdirek ‘Hanımlara Mahsûs Gazete’ ve ‘Kadınlar Dünyası’ dışındaki yayınların çok kısa ömürlü olduğunu belirtiyor.[18]  Ermeni kadınlarının çıkardığı ve neredeyse 14 yıl devam eden ‘Hay Gin’ dergisinden bahsetmez. Ancak Kadınlar Dünyasının farklı kesimleri içine aldığını satır arasında örtük bir şekilde şöyle ifade eder. ‘Kadınlar Dünyası, haklarını aramaya, istedikleri varoluşun koşullarını oluşturmaya kararlı değişik değişik kadınların bir arada bulunduğu çok canlı, renkli bir ortam’.[19] Burada ‘değişik değişik’ dediği kadınlar hâkim ulusa mensup kadınların ötekileştirdikleri Osmanlı toplumunda yaşayan kadınlar olsa gerek. 

Rohat Alakom çalışmasında Serpil Çakır’ın 1994 yılında Osmanlı Kadın Hareketini ayrıntılı bir şekilde analiz ettiğini diğer etnik gruplardan kısaca değindiğini ancak o yıllarda Osmanlı imparatorluğunun başkentinde yaşayan Kürt kadınlarına pek değinmediğini belirttiği  ‘Osmanlı Kadın hareketi’ adlı kitabını uzun uğraşlarıma rağmen bulamadım ki, Rohat Alakom kitabın önemli bir analiz olduğunu da kaydetmektedir.  

Dikkatimi çeken başka bir nokta da Mithat Kutlar’ın Nuriye Ulviye Mevlan ve ‘Kadınlar Dünyası’nda Kürtler adlı kitabı ve Shahrzad Mojab’ın Devletsiz Ulusun Kadınları adlı derleme kitabı bir ‘Kürt yayınevi’[20] olan Avesta yayınevinden, yine Lerna Ekmekçioğlu ve Melisa Bilal’in derlediği, Bir Adalet Feryadı- Osmanlı’dan Türkiye’ye Beş Ermeni Feminist Yazar adlı kitap ‘Ermenilerin kültürel öğelerini gelecek kuşaklara da taşımaya aracılık eden’[21] Aras Yayıncılık Aras yayınevinden çıkmıştır. Sessizleştirilmiş isyanı sessizleşenler şimdilerde dillendiriyor.

Maalesef bu yazıda anlattığım dönemde milliyetçilik ile dönemin kadın hareketi[22] ittifak yapmıştır. Günümüzde bu ittifak devam ediyor mu? Kimi istisnalar olmakla birlikte hala bu ittifakın devam ettiğini söylemek mümkün. İstisnaların da gerçekten feminist düşünceye sahip ve feminist örgütlenme konusunda bağımsız olan kadınlar olduğunu söyleyebilirim. Feminist hareket ile kadın hareketi benim için aynı anlamı ifade etmiyor. Her kadın feminist değildir veya feminist olduğunu söyleyerek feminizmi içselleştiremeyerek yaşamının tüm alanlarına uygulamayabilir. Feminizm kadınları etnik ve ulusal kimliğin gerici inşalarına karşı koruyan bir işlev görür.[23] İktidarı elde etmek isteyen milliyetçi güçler istedikleri kadın profilini üretmek için kadın modellere ihtiyaç duyarlar. Bu modeller dışında kalanlar da sessizleştirilmek durumundadırlar. Ulus devlet inşasında ve devamlılığını korumada kadınlar toplumsal cinsiyet eleştirisini ortaya koyamazlarsa ve feminizmi içselleştiremezlerse ‘ulus devlet sisteminin dışarıda bırakmaya dayalı adaletsizlik tohumlarını ve ülke sınırları dışında ise saldırganlık potansiyelini’[24] erkekler ile birlikte ekmiş olurlar. Erkek kardeşler birlikleri olan milliyetçi hareketler içinde yer alan tüm kadınların (Türklerin değil Kürt, Ermeni kısaca Anadolu ve Mezopotamya’da yaşayan tüm halklara mensup kadınların) kurulmuş bu tuzakları görmeleri gerekmektedir.   


Kaynakça:

1.       Yaprak Zihnioğlu, Kadınsız İnkılâp, Metis Yayınları, 2003, İstanbul  

2.       Mithat Kutlar, Nuriye Ulviye Mevlan ve ‘Kadınlar Dünyası’nda Kürtler, Avesta Yayınları, 2010, İstanbul

3.       Aynur Demirdirek, Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Bir Hikâyesi, İmge Yayınevi, 1993, İstanbul

4.       Shahrzad Mojab, Devletsiz Ulusun Kadınları, Avesta, 2005, İstanbul   

5.       Celadet Ali Bedirxan, Bir Kürt Aydınından Mustafa Kemal’e Mektup, Doz Basım ve Yayıncılık, İstanbul

6.       Lerna Ekmekçioğlu - Melisa Bilal, Bir Adalet Feryadı- Osmanlı’dan Türkiye’ye Beş Ermeni Feminist Yazar (1862-1933), Aras Yayıncılık, 2006, İstanbul

7.       Cynthia Cockburn, Mesafeyi Aşmak Barış Mücadelesinde Kadınlar, İletişim Yayınları, 2004, İstanbul

8.       Şeyla Benhabib, Ötekilerin Hakları - Yabancılar, Yerliler, Vatandaşlar, İletişim Yayınları, 2006, İstanbul


[1] Yaprak Zihnioğlu, Kadınsız İnkılâp, Syf: 21, Metis Yayınları
[2] A.g.e Syf 67
[3] A.g.e Syf 75
[4] A.g.e Syf 76
[5] Celadet Ali Bedirxan, Bir Kürt Aydınından Mustafa Kemal’e Mektup, syf: 30-33, Doz Basım ve Yayıncılık, İstanbul
[6] Mithat Kutlar, Nuriye Ulviye Mevlan ve ‘Kadınlar Dünyası’nde Kürtler, Avesta Yayınları, 2010, İstanbul (Syf:76)
[7] Aynur Demirdirek, Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Bir Hikâyesi (Syf:52)
[8] Shahrzad Mojab, Devletsiz Ulusun Kadınları, Avesta, 2005, İstanbul (20.yüzyılın Başlarında İstanbul’daki Kürt Kadınları- Rohat Alakom)
[9] Yaprak Zihnioğlu, Kadınsız İnkılâp, Metis Yayınları, 2003, İstanbul (Syf: 71)
[10] Rohat Alakom- 20.yüzyılın Başlarında İstanbul’daki Kürt Kadınları
[11] Aynur Demirdirek, Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Bir Hikâyesi, İmge Yayınevi, 1993, İstanbul
[12] Lerna Ekmekçioğlu- Melisa Bilal, Bir Adalet Feryadı- Osmanlı’dan Türkiye’ye Beş Ermeni Feminist Yazar(1862-1933), Aras Yayıncılık, 2006, İstanbul (Sayfa: 246)
[13] Age Sayfa 249
[14] Birliğin o dönemde yönetim boşluğu yaşadığını adı geçen eser belirtmektedir. Başkan’ın Muhiddin olamayabileceği konusunda tereddüt vardır. Ancak sonuç olarak TKB ile bu sorun yaşanmıştır. Yazarın Notu.
[15] Age Sayfa 257
[16] Age Sayfa 243
[17] A.g.e syf: 191
[18] Aynur Demirdirek, Osmanlı Kadınlarının Hayat Hakkı Arayışının Bir Hikâyesi, syf:79, İmge Yayınevi
[19] A.g.e syf: 57
[20] Avesta Yayınları’nın www.avestakitap.com Web sitesinde yer alan Avesta linkinde yer alanÖzgür Yaşam Dergisi, İstanbul, 9-15 Aralık 1995 sayısından yaptıkları alıntıdan.  
[21] Aras Yayınları’nın www.arasyayincilik.com Web sitesindeki Hakkımızda linkinden
[22] Özellikle feministler demiyorum çünkü feminist düşünceye ve feminist tavırlı kadınlar her sürecin kadınlığa değen duygulara, emeğe karşı duyarlı olmaya sorumlu olmalıdırlar. Yazarın Notu
[23] Cynthia Cockburn, Mesafeyi Aşmak Barış Mücadelesinde Kadınlar, syf: 75, İletişim Yayınları
[24] Seyla Benhabib, Ötekilerin Hakları- Yabancılar, Yerliler, Vatandaşlar, syf: 71, İletişim Yayınları

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder